Üç Kafalı Maymun

Bakma bana,
Hiç böyle çirkin olmamıştı bu gözler, seni göreli
Parmakların okşamadığından dağılmış saçlarım
Kör edene kadar sevdiğim güzel kalbini
Tutamadım, ezilmişti ellerim taşların altına koymaktan
Mutlu bir aile fotoğrafı; içinde eksik biri, biri fazla
Zamansız bir sonsuzdu beklediğimiz
Ne istediysek yoktu, düştük kaldık ortasında hiçliğin
Her an ayrı bir kaçış, bir kurtuluş mu?
Telafisi olmadı yitirilenlerin.

Duyma beni,
İğnelidir dilim, iğrenirdim kendimden
Anlatamazdım,
Anlamazdın,
Boğazımda saklı kelimeler
Şimdi yarasalar uçuşur ağzımı açsam
Midemdeki ölü kelebekleri kusarım
Bir katran akar ki içimin çürüğü görünür
Tükürüğünde boğduğun bütün kusursuz anılar
Yokluğunla ete, kemiğe bürünür.

Bilme beni,
Unut, çıkar aklından henüz yapmadıysan
Bir, iki, üç, dört
Beş gecedir yarım uyku, yarım ruh
Güneşin kıskandığı saçların söndü
Aydınlatmıyor karanlığını odamın
Dudağının kenarında belli bellirsiz bir veda öpücüğü
Duraksız sevişmeler, nedensiz gülüşmeler
Son defa süpürdüm halının altına kalan ne varsa
Dokunma, toz bağlasın kalbimin odacıkları
Varsın ağarsın saçlarım
Ağlarsın, ararsın, anarsın
Adarsın bir ömrü uğruna
Aldanırsın

S.Ö.

Farz Et Ki

Bilmiyorsun,
Adının anlamı yok sözlüklerde
Yazmamışlar böyle ıssız, böyle sahipsiz
Nasıl olunur doğar doğmaz
Nasıl kalınır aç, susuz yıllarca
İçmeden aşk şarabından
Yemişlerinden tatmadan ölümsüzlüğün
Sarhoş bile olmadan, kusmadan içindeki kini
Kusamadan
Susturulmuş, söylenememiş şarkılar
Göz yaşlarını bile biriktirmiş yoksulluktan
Ne olur ne olmaz, duymasınlar, dokunmasınlar

Görmüyorsun,
Ne zaman baksam yüzüne
Saçlarından düşen kır çiçeklerini topladım
Şimdi başımın üstünde
Bir taç gülümseyen gökyüzüne
Aç,
Kalbini aç.

Duymuyorsun,
Kaç kere mırıldandım o hüzünlü ninniyi
Kapında uğuldardı çakallar
Öldürdüm, öldüm
Ruhum oldu doğduğun gün
Besledim, büyüttüm
Ölüydüm

-S.Ö-

Sorgu Odası

Maalesef ki uzun süredir bir şeyler yazabilmek için gerekli motivasyona erişemedim. Dünyanın içinde bulunduğu durum bir yana… Bunca zamandır kendi içimde cevaplarını öğrenmek istemediğim soruları listeliyordum. Gerçi sanırım arada doğrudan bir bağlantı var. Şu pandemi dönemi hepimize kendini yeniden hatırlattı ya da belki de unutturdu demeliyim. Tartışılır… Fakat sorgulattığı kesin.

Tahmin ettiğiniz üzere liste oldukça kabarık. Bir istatistikçi olarak; seçimleri bana ait olmayan, hayatımda söz hakkına dahi sahip olmadığım birçok şeyin bile farklı olasılıklarını değerlendirdim. Hangi ihtimal daha iyi olurdu? Olduğu hâliyle ne, beni nereye getirdi? Ve bulunduğum noktada… Sahip olduklarım, olamadıklarım, asla olamayacaklarım ve elde edebileceğime inandığım birkaç küçük başarı… Benim için yeterli bir gelecek hayali mi? Peki elde edebileceğime inandıklarımı kendime kazandırabilmek için neler yapıyorum? Bunlar gerçekten istediklerim mi yoksa sadece topluma dahil olabilmek için mi hayalini kuruyorum? Elde etsem bile gerçekten mutlu olmam mümkün mü? Diyelim ki mutlu oldum, bunun sürekliliğini nasıl sağlarım? Ya tercih etmediklerim? Aklımın bir köşesinde sonsuza kadar bir “acaba” olarak kalır mı?

Bir yerde okumuştum, yeterince fazla gülme taklidi yaparsanız beyniniz kaslarınızın şeklinden dolayı mutlu olduğunuzu algılıyormuş. Ve sonuç olarak, bir bakmışsınız gerçekten mutlusunuz. Eminim ki bir gün hepimiz denemek zorunda kalacağız. Gerekli cevaplara da belki o zaman ihtiyacımız olur. O güne kadar bir daha aramamak dileğiyle.

S.Ö.

Fısıltılar

İnsan ne kadar hayata karışırsa bir o kadar da kendinden uzaklaşıyor. Başta durum iyi gibi görünebilir ama yaşadığınız koşullara sadece YAŞAMAK için katlandığınızı düşünseniz de bir süre sonra bir bakıyorsunuz; “Benim burada ne işim var? ” dediğiniz o yer, gerçekliğiniz olmuş. Asla ait olamayacağınızı bildiğiniz o ortama uyum sağlamışsınız ve şimdi kim olduğunuz fark edilmiyor bile. Hatta siz de hatırlamıyorsunuz. İşte tüm bu unuttuklarınız için doğa size bir iyilik yapıyor. Kendinizi dinlemek ve en önemlisi duymak için büyük bir fırsat veriyor. Ben ve benim gibi hâlâ çalışma durumunda kalanlar hariç tabii… Bize fısıltılarla ulaşıyor düşüncelerimiz, henüz sizinki kadar yükselmedi ses.
Peki bu süreçte, “yeni” kendinizi anlamak için ne yaptınız? Hani şu tanıyamadığınız kendiniz… Hiçbir şey? Çünkü siz ne kadar yadırgasanız da benliğiniz çoktan kabullenmiş “o” kişi olmayı. En azından, “Merhaba” diyebilirsiniz.

S.Ö.

Masa Da Masaymış Ha

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip Cansever

Benim Masallarım Sizin Gerçeğinizi Döver

Bir varmış bir yokmuş
Bir mayıs sabahı toparlandığı gibi
Birden yola koyulmuş tüm dünya
Uzaklara doğru bilinmeyen korkularla
Ve bir sandala atlayıp çekip gitmek arzusuyla ‘Buralar’dan
Ama kendi içinde yalanlar barındıran, durmaksızın yenilerini peydahlayan
Öylesine arsız ve riyakâr, öylesine rezil
İki, üç, dört… Milyonlarca!
Ah şu insanoğlunun doğurduğu!
Kelimelerle olmadığı kadar iyiydi rakamlarla
Tanımadığı yüzlerini sıyırırken teninden
Sayar dururdu bir lanet gibi
Beklerken soyunduğu hangisiydi, sabırsızken hangisi?
Özüne işledi mi bir kere iyilikbilmezlik
Olasılıksız birbirinden ayırmak,
Ayrılmak
Sancısını sanrıladığı gölgelerden
Yarasız beresiz

Hiçbirimiz hazır değildik bunları öğrenmeye
Sorsaydınız bilirdiniz
Hakikat neydi?
Belki biraz yakından
Dinleseydiniz ki
Önemlidir dinlemesi
Bilhassa kulakları duymayan bir ağustos böceğinin
Kibrinden boğulurken çıkardığı inlemeleri
“Seni seviyorum” buyurdu
Sefahat imparatorluğundan, hazzın en küçük elçisi

S.Ö.

 

Sema

Benliğim
Hamuru mavilikten yoğrulmuş
Bir bulut tarlası
‘Birdilektut’ yıldızı kayar her gece
Kuşlarımın arasından
Sabaha kalmadan vurulur her biri
Bu yıldırımların ardında gizli
Her ne ise; bilmem, bilmek istemem
Hangi yangından kalmadır
Güzlerimde savrulan küller
Hangi tanrı buyurmuştur
Kendi sonsuz yalnızlığını
Ve kim açmıştır sana koynunu
Göğün fırtınalarından başka
Tüm bebekler ölüdür
Bu topraklarda
Kim kimi doğurur ki karşılıksız
Karanlık geldi yine çattı
Cellatların hepsi benim -için-

S.Ö.

İnsan

s-a1e3f77c9fb2f10ff3b33c7b7bd2f55651c38eb7


Neşeyle yaptıklarımdan geçtim
Kederle durulan yere geldim,
İnce uzun bir öfkenin sessiz ipiyle
Günün saf ışığının altına çömeldim


Yenildim ben, unutuldum ve üzgün
değilim inan.
Büyüktü çünkü onların dünya arzusu
Benim otların sesiyle kaplı kalbimden
Söktüm atımı söğüdün gölgesinden
Şimdi yol benim yeniden.


Bir cümledir insan
arşla ferş arasında ve hep haklı
Vardım işte demek için
ömür denen cisimde saklı.

Birhan Keskin, Y’ol

Muhyiddin Abdal – İnsan İnsan

Anot Kablosu

Kendimi bildim bileli her zaman her şeye “pozitif” yaklaşmaya çalışan ve ŞÜKRETME‘nin iç huzurumuzu güçlendirdiğine inanan bir insanım. Her koşulda iyiye odaklanmaya çalışsam da bazı anlar oluyor ki anksiyete ve panik atak krizleri kaçınılmaz hâle geliyor. Fakat bunları geride bırakıp (halının altına süpürmekten bahsetmiyorum, yalnızca farkında olarak ve dikkate almayarak) başımıza her şeyin gelebileceğini kabullendiğimizde, durum biraz daha anlaşılabilir oluyor.
Asıl bahsetmek istediğimse, bu her şeyin içinde bir iyilik arayıp olumlama yapmaya çalıştığım zamanların yan etkileri.
BEKLENTİSİZLİK, RAHATSIZLIK DUYMAMA ve KÜÇÜK ŞEYLERLE MUTLU OLABİLME.
Baktığınızda tedirginlik yaratacak bir şey görünmediğini biliyorum. Önemsiz olduklarını ve yapmamak gerektiğini de söylemeyeceğim. Tabii ki önemli! Esas nokta, AŞIRIYA KAÇMAMAK.
Bunların ne zararı var ki diyorsunuz. Oysa her şey tam da burada başlıyor.
Yaşadığınız her zorlukta iyi bir şeyler görmeye çalışmak; “Buna da şükür.” diye benimsemek sizi tek bir yola götürüyor: HİÇBİR ŞEY YAPMAMAK.
Çünkü o kadar eminsiniz ki… “Hayat böyle de güzel ve başka bir şeye ihtiyacım yok.” diyebiliyorsunuz. Zaman ilerliyor, içinde bulunduğunuz durum size problem yaratsa bile “Başka bir şeye ihtiyacım yoksa, çabalamama da gerek yok. Çabalamam gerekmiyorsa hiçbir şey yapmadan da hayatıma devam edebilirim.“e kadar varıyor.
Ve problem sonlanmasa da yavaşça beklentileriniz azalıyor, küçük şeylerle mutlu olabilmeyi öğreniyorsunuz, sonunda da bir bakıyorsunuz ki hiçbir şey sizi rahatsız etmez olmuş.

Olduğunuz yerden memnunsunuz!

İşte bu! Hayatınız hâlâ aynı, sıkıntılarınız hâlâ eskisi gibi ama siz bunları değiştirmek için hiçbir şey yapmıyorsunuz. Küçük şeylerle kısa süreli mutluluklar yaşıyorsunuz, ara ara sorunlarınız ağır basıyor ama olsun! Mutlu olunacak bir şeyler vardır elbet!

25 yıllık kısa hayatım boyunca hem çevremden hem kendimden öğrendiğim şuydu: Pozitif düşün, pozitif yaşa. Şimdi fark ediyorum, hayatımdaki en temel meselenin ta kendisiymiş.

“Tüm maddeler zehirdir. İlacı zehirden ayıran dozudur.” 
                                                                                                   Paracelsus

Tıpkı duygular gibi!